
Dünyada Doğu Bloğunun çözülüşü ve Türkiye’de 12 Eylül rejiminin tahrik ettiği kimlik meselesi, devlet anlayışının yeniden ele alınmasını gerektirdiğini ortaya koyuyordu.
Son Güncelleme: 09 Kasım 2025 Pazar - 23:14 | GDH Haber
Türkiye, 1980 sonrasında dünyada evvela iktisadi, sonra da siyasi ve toplumsal alanda ivmesi artarak devam eden liberalleşme ve küreselleşme dalgası karşısında 24 Ocak Kararları ve Özal reformlarıyla kısmi bir iktisadi “transformasyon” hareketine girişebilmiştir. Ancak Özal reformları olarak bilinen bu hareketlerin yetersizliği kısa sürede anlaşılmıştır. Dünyada Doğu Bloğunun çözülüşü ve Türkiye’de 12 Eylül rejiminin tahrik ettiği kimlik meselesi, reform hareketlerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki otoriter yapısının ve soğuk savaş döneminde pekişen vesayetçi devlet anlayışının yeniden ele alınmasını gerektirdiğini ortaya koyuyordu. Türkiye, bu şartlar altında, İkinci Meşrutiyet’ten beri hayata geçirmeye çalıştığı “liberal demokrasi”yi tüm kurum ve kurallarıyla uygulamaya yönelecek bir “devrim”e yönelmeliydi. Bir benzerini Doğu Avrupa ülkelerinin yaşadığı bu yeniden yapılanma programı, Türkiye’de 12 Eylül rejiminin dayattığı milli güvenlik rejiminin ağır şartları altında başarısız oldu. Özal’ın da Cumhurbaşkanı olduktan sonra kabul ettiği bu program, Özal’ın ölümünden sonra siyaseten sahipsiz kaldı. 1990’ların başında bu program, “Türkiye’nin liberal bir devrime ihtiyacı var” şeklinde kabul görürken, Kimlik meselesi etrafında artan şiddet ve vesayet ortamında yerini giderek artan otoriter ve militarist bir programa bıraktı. Bu program, bir ayağıyla önceki gün anlattığımız illegal silahlı ve istihbari unsurları rejimin içinde tayin edici bir yere yükseltirken, beraberinde bir iktisadi yağma ve talan düzenini getirdi. Piyasa ilişkileri yerine, gayri meşru bir takım şebekelerin kontrolündeki devlet kararlarıyla iktisadi kaynaklar el değiştirdi. Bu şartlar altında seçimlerle ortaya çıkan sivil hükümetlerin yerini, bürokrasinin milli güvenlik hükümeti almaya başladı. Bu gölge rejim, iktisattan yargıya, basın yayından üniversiteye her alan yayılan bir habis ur gibi yayıldı. Gayri nizami harp, her alanda nizamı bozdu...
Siyasi partiler ve siyasetçiler sınıfı ise olup biten bu gelişmeler karşısında, üzerlerindeki baskıların ve askeri müdahalelerin de tesiriyle giderek yozlaştı. Büyük merkez partileri düzeyinde bu yozlaşma, bir tür suç ortaklığına dönüştü. Bu şekilde, bu yozlaşmış yapı ile iktidar partilerinin giderek özdeşleştiği görüldü. Büyük merkez partileri karşısında ortaya çıkan tepkileri taşıyabilecek bir sol parti olmadığından, MHP ve MSP gibi partilere bakılmaya başlandı. MHP esasen devletçi bir parti olduğundan, soğuk savaş döneminde oynadığı rolden ve bu rolün 1990’larda devam eden etkilerinden kurtulamadığı için ve toplumsal sınıflarla bir siyasi partinin kurması gereken ilişkilerden mahrum olduğundan bir şansa sahip değildi. MSP ise zaten 1960’ların sonundaki kuruluş günlerinden bu yana, bu rejime muhalif karakterini sivil ve sınıfsal bir temel üzerinde geliştirdiğinden bir şansa sahipti. Bu şans, büyük merkez partilerinin yükselen taşra sermayesini dışlamaları sayesinde, bu sınıfın yöneldiği mecra olmayı başarmalarıyla arttı. Buna yozlaşmış siyasi yapıdan, yolsuzluklardan ve düşük yoğunluklu çatışmanın hukuksuzluklarında uzak olmalarının getirdiği avantajlar da eklenince, MSP geleneğinden gelen Refah Partisi, seçimlerden Türkiye’nin en güçlü siyasi partisi olarak ortaya çıktı. Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığında DYP ile kurulan Refah-Yol hükümetinin, milli güvenlik rejimi tarafından gayri meşru bir kampanyayla, 28 Şubat darbesiyle devrilmesinden sonra, bu rejim kendisini devam ettirecek her türlü yola başvurmaya ve bu şekilde de sivil rejimi tamamen tahrip etmeye yöneldi. Refah Partisi bu kampanya sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. RP yerine kurulan Fazilet Partisi artık, bu rejime yönelik sivil tepkiyi taşımaya daha yatkın bir sivilleşme ve demokratikleşme kulvarına girerken, bu dönüşümün tesiriyle parti içinde tartışmalar meydana geldi. Bu tartışmalarda Erbakan ve etrafındaki geleneksel milli görüşçüler karşısında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığındaki performansıyla göz dolduran Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde Yenilikçiler Grubu yer aldı. Yenilikçiler, parti içi mücadeleyi kıl payı kaybederken, milli güvenlik rejiminin kampanyasıyla Fazilet Partisi de kapatıldı. Böylece Yenilikçiler daha sonra kurulan Saadet Partisi’ne katılmayarak yeni bir parti kurdular: AK Parti olarak bilinen Adalet ve Kalkınma Partisi...
AK Parti daha kuruluş sürecinde, sadece Fazilet Partililerin değil, Türkiye siyasetinde yenilik arayan bütün tarafların dikkatle takip ettiği bir aktör haline gelmeyi başardı. Diğer siyasi partilerin hiçbirinde bu değişme ve yenilenme talebi başarılı olamazken, AK Parti kadrolarının bu talebi karşılamaları, eski rejime, siyasi partilere ve siyasetçiler sınıfına tepki duyanların AK Parti’ye teveccüh etmelerini sağladı. 3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde AK Parti aleyhinde yargı, bürokrasi, basın ve büyük iş çevrelerinin yürüttüğü kampanyaya, lideri Erdoğan’ın siyasi yasaklı olmasına rağmen, AK Parti, %35 oy alarak birinci parti olmayı başardı. Seçimlerin en az bunun kadar önemli bir sonucu da, %20 oyla ana muhalefet partisi konumuna yerleşen CHP dışındaki bütün siyasi partilerin %10 barajını geçememeleridir. Bu sonuçlar, Türkiye siyasi hayatında hala devam eden bir tasfiye sürecini devam ettirmektedir. Seçimin bir başka dikkat çekici özelliği, Cem Uzan’ın Genç Parti’sinin %7 gibi şaşırtıcı bir oy alabilmiş olmasıdır. Başlı başına bu olgu bile 3 Kasım öncesi siyasi, iktisadi ve toplumsal deformasyonu ortaya koymaya yeterlidir.
3 Kasım 2002 seçimleriyle ortaya çıkan AK Parti hükümetleri, kendileri hakkında açılmak istenen meşruiyet tartışmalarını kısa süre içinde boşa çıkaracak bir strateji uygulayacak basireti göstermiştir. 3 Kasım 2002 seçimleri ve sonrasında yaşanan ”sessiz devrim”le rejimin merkezi değişmiş, demokratik bir mihvere yerleşmiştir. Bu değişikliğe intibak edemeyerek hala eski alışkanlıklarını devam ettirmek isteyen kimi çevreler Kasım 2002 sonrasında giderek marjinalize olmuştur…
Devamını Oku
30 Kasım 2025 Pazar - 12:00
Devamını Oku
29 Kasım 2025 Cumartesi - 10:29
Devamını Oku
23 Kasım 2025 Pazar - 07:00