
Türk bürokratik muhafazakarlığının ilericilik iddiası, Türk modernleşmesine karşı gelişen reaksiyonlarla temellendirilir. Türkiye'de muhafazakarlık siyasi alanda değil, kültürel alanda, elitler tarafından ve derli toplu denemeyecek bir şekilde ortaya konmuş durumda.
Son Güncelleme: 06 Mayıs 2025 Salı - 08:59 | GDH Haber
Türkiye'de siyasi partilerin, siyaset felsefesiyle ilişkisi Osmanlıdan beri zayıf olagelmiştir. Bu zayıflığı, Cumhuriyet döneminde ve bugün de gözlemleyebiliyoruz.. Batıda ortaya çıkan fikir ve kurumlar, teşekkül sebepleri ve aktörleri anlaşılmadan, Türkiye'ye aktarıldığından, bu aktarma nominalizmle sınırlı bir çerçevede kalıyor. Bu nominalizmin sebebi ise, aktarmayı akleden ve tatbik eden bürokrat seçkinlerin toplumsal değişikliklerden korkan muhafazakar tavırlarıdır. Şerif Mardin, Jöntürklerin bu durumunu Karl Mannheim'ın bürokratik muhafazakarlık kavramıyla açıklıyor...
Cumhuriyeti kuran kadro da, esas itibarıyla aynı toplumsal tabana dayandığından bürokratik muhafazakarlığı devam ettirmiştir. Muhafazakarlık bu düşünceye sahip olan toplumsal gruba göre farklılaşmakta, hatta birbirlerine rakip olabilmektedir. Esasen bugün Türkiye'de tayin edici siyasi bölünme, bu temelde oturmaktadır: Orta sınıflara ve taşra burjuvazisine dayanan AK Parti’nin muhafazakar demokratlığı ve muhafazakar reformculuğu karşısında, bürokratik muhafazakarlığı temsil eden CHP ve Kemalistler.
Bürokrasi, mevcut toplumsal düzeni ve hiyerarşiyi hukukun rasyonalitesi içinde anlamakta ve bu şekilde kendi hakim konumunu korumaya çalışmaktadır. Kavramın mucidi Mannheim, bürokratik muhafazakarlık düşüncesini şöyle anlatıyor:
'' Tüm siyasal sorunları yönetimle ilgili sorunlara dönüştürmek… Tüm siyasal sorunları yönetim örgüsü altında gizlemek, memurun eylem alanını yalnızca halihazırda formüle edilmiş yasaların sınırları içinde varolduğu gerçeğiyle açıklanabilir. Dolayısıyla hukukun genesis'i veya gelişmesi onun eylem alanının dışında kalmaktadır. Toplumsal olarak sınırlı ufkunun bir sonucu olarak görevli, yapılmış her yasanın arkasında özgül bir toplumsal olarak biçimlendirilmiş dünya görüşünün bulunduğunu görememektedir. ''
Türk bürokratik muhafazakarlığının ilericilik iddiası, Türk modernleşmesine karşı gelişen reaksiyonlarla temellendirilir. Nazım İrem'in işaret ettiği üzere, Niyazi Berkes bu reaksiyon hareketinin toplumsal tabanını, ''geleneksel bilgi ve üretim tekniği''yle iktidar ve refahlarını koruyabilecek yeniçeri, ulema ve esnaf arasındaki büyük koaliasyonda görür. Berkes, böylece muhafazakarlığı modernleşme hareketleri karşısında güç ve itibar kaybedenlerin reaksiyonerliğiyle tanımlamaktadır.
Berkes ve bürokratik muhafazakar düşüncenin açıklayamadığı husus, Türk modernleşmesini kabul ederek geliştirmeye yönelen muhafazakarlıktır. Bu bağlamda Kemal Karpat'ın çalışmaları izah edici olmaktadır. Karpat modernleşme sürecinde yükselen, güç ve itibar kazanan toplumsal kesimlerin muhafazakarlığına işaret etmektedir. Bu üst orta sınıflar din, müteşebbislik ve iktisadi dürtüleri içeren bir muhafazakar modernleşmeyi arzulamaktadırlar.
Karpat'ın işaret ettiği çerçevenin 1959 yılında yazıldığı hatırlanırsa esas olarak Demokrat Parti tecrübesini ele aldığı anlaşılabilir. Ancak modernleşmeyi de içeren bir anlamda muhafazakarlığı, devlet adamı ve tarihçi Cevdet Paşa'ya veya Ahmet Mithat Efendi'nin eserlerine kadar götürmek mümkündür. İkinci Meşrutiyet döneminin terminolojisiyle söylersek ''muhafazakar ve inkilapçı'' iki ismi burada hatırlatmam temanın ne kadar derinlere kök saldığını gösterecektir: Bunlardan birisi milli şair Mehmet Akif Ersoy, diğeri ''milli mütefekkir'' Ziya Gökalp'tir.
Bu bakımdan hem Gökalp hem de Mehmet Akif'in fikirlerinden çizgiler taşıyan Erol Güngör, bürokratik muhafazakarların mecburi kültür değişmelerinin toplumda yarattığı direnişe karşılık, muhafazakar reformcuların serbest kültür değişmelerinin asıl toplumsal değişmeyi yarattığını şöyle açıklıyor. “Teknolojik medeniyetin” Türkiye’ye büyük bir hızla girişi İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır. Bu yıllarda birkaç büyük iktisadî devlet teşekkülü kurulmuştur. Teknolojik değişimi, bunlarla birlikte ve belki de daha ziyade bunların dışında gerçekleştirmiş olan kadrolar, “Avrupacı” tiplerden çok yerli tiplerden oluşmaktadır.
Bunlar kısmen liberalleşen siyasî havadan faydalanan, pratik, pragmatik, iktisadî işleri iktisat kuralları çerçevesinde ele alan, lafçılıktan ve ideolojiden uzak farklı kesim ve görüşlerde olmakla beraber, esas olarak merkezde ve sağda yer alan kimselerdir.
Türkiye’de muhafazakâr kesimin ihtirasla sanayileşmeyi istemeleri bazı çevreleri şaşırtmaktadır. Bu şaşkınlık sosyal ve kültürel yapı ile iktisadî yapı arasındaki ilişki hakkında edindikleri yanlış fikirlerin sonucudur. Özellikle Marksizmin etkisi altında oluşan yanlış kanaate göre, sanayileşmenin tedirgin ettiği birtakım zümreler, toplumda sarsılan yerlerine duydukları özlemle eski düzeni isterler. Gerçekten sanayileşmenin tedirgin ettiği bazı zümrelerin, özellikle büyük sermaye karşısında tutunamayan esnaf ve zanaatkârların, muhafazakâr siyasî hareketlere katıldıkları doğrudur, “ancak muhafazakârlık ile sanayileşmenin birbirine zıt istikametleri temsil ettiği söylenemez.” Aksine sanayileşmenin öncüleri, sanayi öncesi toplumda şu veya bu sebeplerle kenara düşmüş olan gruplardır. Max Weber’in “misafir halk” dediği bu grupları “etnik azınlıklar, kendilerini cemiyetin tam içinde saymayan dinî gruplar veya diğer zümreler, kısacası cemiyetin geleneksel hayatına tam intibak etmemiş fert ve gruplar” teşkil etmektedir. Cumhuriyet inkılapları ile merkezin dışında, kenarda kalan muhafazakârlar, sanayileşme marifetiyle toplumsal ilişkiler ağını ve hiyerarşiyi değiştirmek istemektedirler.
1946'dan sonra Türk siyasi hayatı, ana hatlarıyla bürokratik muhafazakarlarla orta sınıfların muhafazakarlığı arasındaki mücadeleyle geçmiştir. Geleneksel Cumhuriyet burjuvazisinin, 1970'lere kadar bürokratik muhafazakarları ve onların siyasi temsilcisi CHP'yi desteklemiş olması, taşra burjuvazisinin desteklediği DP ve AP'nin, geniş kitlelerce orta sınıfların partileri olarak kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. !950'den sonra sanayi, tarım, ulaştırma ve ticarette yaşanan hızlı ve büyük değişim, bürokratik muhafazakar elitleri fevkalade rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık bürokrat elitin halk üzerindeki kontrol ve iktidarlarını kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu rahatsızlık, 27 Mayıs 1960 askeri darbesine, bürokratların seçilmişlerin iktidarlarını paylaşacakları 1961 Anayasasına ve iktisadi gelişmelerin kontrol altına alınacağı planlama uygulamalarına yol açacaktır.
AP ise bürokratik elitle siyasi alanda açık bir çatışmaya girmeden kültürel sahada sembolik, iktisadi alanda önemli mücadelelerde bulunacaktır. Ancak AP de yeni burjuvazi içindeki farklılaşmayı ve iktisadi gelişmelere intibak edemeyen esnaf ve zanaatkarı içine alacak bir hegemonya kuramadı. Üstelik bu kesimin temsilcilerini dışladı. Bunun neticesinde TOBB içindeki mücadeleyi takiben Necmettin Erbakan ve arkadaşları Milli Nizam Partisini kurdular. Daha sonra da Ferruh Bozbeyli ve arkadaşları AP'den koparak Demokratik Partiyi kurdular. Bu gelişmelerden önce, 27 Mayıs sonrasının ilk Meclis'inde bir AP'li milletvekilinin,19 Mayıs törenlerindeki kız öğrencilerin kıyafetini eleştirmesi üzerine, Partiden derhal ihraç edilmesi muhafazakarlığın siyaseten bir varlık göstermesinin ne kadar zor olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. AP'nin bu zorluğu aşamaması, daha sonra önemli gelişmeler doğuracak, yeni siyasi aktörlerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
1970'ler boyunca AP ve Süleyman Demirel, kuramadığı ideolojik hegemonyayı, antikomünizm, otoriterlik ve milliyetçilik vurgusuyla sağı patronajı altına alarak kurmak stratejisini izledi. Bu stratejinin diğer ayağı da sola karşı, bürokratik elitlerle ittifakın yolunu açmaktı. Bu stratejiye, 12 Eylül ve sonrası dönemde ANAP ve DYP, hatta bir ara RP de başvuracaktır. 12 Eylül sonrası Turgut Özal ve ANAP, özellikle iktisadi liberalizm ve kısmen de siyasi liberalizm istikametinde reformlar yaparak bürokratik elitin iktidar sahasını daralttı. Buna dünyada esen liberalizm dalgası yardım ederken, silahlı bir şiddet hareketine dönüşen Kürt sorunu etrafında, 12 Eylül’ün mirası olan otoriter milli güvenlik rejimi, parlamentoyu gittikçe artan oranda vesayeti altına aldı.
1990 sonrası Türkiye'sinde yaşanan sorunlar karşısında, geleneksel siyasi parti ve resmi kurumların çözüm üretemeyişi, üstelik her sahada dönemin etkin aktörü Demirel'in deyişiyle ''rutin dışı''na çıkan uygulamalar sonucunda 3 Kasım 2002 seçimlerinde, Birikim dergisinin ifadesiyle ''muhafazakar demokrat inkılap'' meydana geldi. AK Parti tek başına iktidar olduktan sonra AB'ye uyum istikametinde reformlara yönelirken, CHP ve bürokratik elitler bu reform sürecine muhalefet ettiler. Bürokratik elitin direnişi uzun süre devam etti.
AK Parti ise siyasi hayatta ilk defa bu kadar net bir şekilde muhafazakar kimlikle yer alan bir parti olarak zorluklar ve imkanlarla karşı karşıya. Zorluk şurada, Türkiye'de muhafazakarlık siyasi alanda değil, kültürel alanda, elitler tarafından ve derli toplu denemeyecek bir şekilde ortaya konmuş durumda. Buradan kalkarak siyasi ve kitlesel bir muhafazakar bir fikriyat oluşturmak ciddi ve uzun bir mesai istiyor.
Devamını Oku
17 Aralık 2025 Çarşamba - 11:15
Devamını Oku
16 Aralık 2025 Salı - 08:51
Devamını Oku
15 Aralık 2025 Pazartesi - 11:46