
Kimi muvaffak olur kimi olamaz. Bunların arasında elbette şövalye ruhlu ve mevcut kabadayının zulümlerine isyan eden hakikatbin adamlar vardır; inkar edemem. Fakat ekserisi “şimdiye kadar hep sen yedin biraz da ben yiyeyim” diyenlerdir.
Son Güncelleme: 27 Eylül 2025 Cumartesi - 07:00 | GDH Haber
B. Mustafa Kemal Derinkök, muhtemelen bu yazıyı okuyan pek çok kimsenin ismini henüz duymadığı; ancak ilginç hikayesiyle bilinmeyi ve analiz edilmeyi hak eden bir kimsedir.
Başa çıkmakta zorlandığımız tadad edilemez mezbeleliğin bir kısmının müsebbibi, bir kısmının ise ilham vericisidir. Hikayesini uzun uzun anlatmayalım, merak edenler zaten Google’a soracaktır kimdir bu adam diye.
İstanbul’un çeşitli yerlerinde kimini bildiğimiz kimini bilmediğimiz hektarlarca araziyi Osmanlı’dan münevver olduğunu iddia ettiği tapularla, hatta devlet kurumlarına dahi satmayı başarmış bir kimsedir Derinkök.
Aksini ispat etmek kimi zaman mümkün olmamıştır, kimi zamansa uzun mahkeme süreçleri bu iddiaların doğruluğunu-yanlışlığını tespit etmekten aciz olduğumuzu ortaya koymuştur. Bir iddia ile ortaya çıkıyordu Derinkök “varislerinden satın aldım, şimdi de satıyorum” aksini iddia eden buyursun.
Ataköy’de, Kadıköy’de, Pendik’te, Hekimbaşı’nda hesabını-kitabını yapmaya kudret getiremeyeceğimiz arazilerdi bunlar. Kiminin üzerine formla pisti yapıldı, kiminin üzerine emlak konut siteler dikti.
Günahı boynuna, hesabı ahirette; zira Derinkök bütün şayiaları dedikodu seviyesinde bırakarak terk-i âlem-i fenâ etti. Bazen söz konusu münâzaalı arazilerin yanından geçerken düşünürüm “bu adamı bu kadar imkan sahibi kılan şey neydi?” diye.
Hukuki boşluklar, devletin o yıllarda ahbap-çavuş ilişkileri ile bu tarz yağmalara göz yumuyor oluşu, siyasi bağlantılar, falanlar ve filanlar… bunların hepsini ayrı bir başlık olarak konuşur ve tartışırız elbette.
Fakat bence en büyük sebep bütün bunların haricinde çok az konuştuğumuz, yahut ekseriyetle konuşmayı ihmal ettiğimiz bir şeydir: bütün bu araziler, gerçek sahiplerine kimsenin görmediği, üzerinde kimsenin meskûn olmadığı, iddia sahibinin karşısına gerçek bir mal sahibinin “ne diyorsun efendi sen?” diye çıkamadığı yerlerdi. Binayı bîna kılan insansızlıktır!
Bir yanda sınıf atlama kaygısı, bir yanda kapitalizmin dayattığı hayat şartları içinde kendine yer açma tasası, kimi zaman derin tatminsizlik ve mutsuzlukla başa çıkmaya çalışan insanların hülyaları; kendilerine vehmi miraslar üzerinde konuşma hevesi veriyor.
Burhan Altıntop gibi paşa torunlarına rast gelenimiz pek çoktur, Erbaa Paşası’nın torunlarına. Dadısı Madame Tussauds’tan yol-yordam öğrendiğini iddia ediyordu Burhan Altıntop.
Ne yalan söyleyeyim, komik diziydi Avrupa Yakası. Avrupa Yakası’ndan daha komik olan ise, vehmi miraslar üzerinde eşit hak sahibi olduğunu iddia eden türedilerin tutumu. Abartılmış bir karakter değildi Burhan Altıntop; hepimizin sağında solunda var.
Metalaştırmanın sınır tanımadığı bir hengamda sanatı, edebiyatı, dini-diyaneti, bazen kocamış ninelerinin videolarını internete yükleyen ve bunu çok komik bulan köksüz piçler eliyle harim-i ismeti, en sonunda nereden tevarüs ettiği bilinmeyen vehmî mirasları metalaştıranlara denk geliyoruz.
Selamet Burhan Zemzemle yıkanmıştır bunların yanında. O güne kadar hiç ihtimal vermediğim şeylere 2007 UNESCO Mevlâna yılı esnasında denk gelince de dehşete kapılmıştım. Kendilerine gelenekli sanatlar dediğimiz ve mualla, müberra şeyler olduğuna inandığımız sanatların temsilcilerinin birbirlerini üç kuruş için nasıl tahkir ettikleri hatırımdadır.
Aharlı kağıtlar, neyler, kitreler havalarda uçuşuyordu adeta.” filan arkadaşlar şu kadar para talep etmiş, aynı konseri biz size -hem de daha kalitelisini- yarı fiyatına yaparız efendim” diyen beyzadelerin istiğna kahramanlığına şahit olduk.
Ve ne yalan söyleyeyim, o gün bugündür bu zevatın hemen hiçbirine en ufak saygım kalmadı. Hiçbirinin zâtını kastetmiyorum. Kastettiğim, o önünde serfürû etmemiz beklenen “sanatçı kişilikleri”dir. Bu tamahkar asilzadelerin ve bu asilzadelere kapılananların hal-i pürmelali mali kendileriyle azıcık teşrik-i mesai eden hemen herkesin malumudur.
Yıllar sonra belediye seçimlerini kazanan x partisine mücavir müteahhitlerin belediye binasına saldırmaları gibi, artı değere nasıl da saldırdılar… aman ya Rabbi. Afiyet bal şeker olsun dedik zira böyle bir imkan her zaman ele geçmezdi.
Keşke biraz daha az dökülseydi paçalarından. Derin bir köksüzlük hengamında her yanımız “Derinkök”lerle doldu. Tarihin kim bilir hangi devrinden müdevver sahipsiz emanetleri, patates baskısı tapularla satar oldular.
Bir muhite çökmeye çalışan yeni yetme kabadayının ilk işi, o vakte kadar orada borusu öten kabadayıya meydan okumaktır. “Miyadın doldu, artık ben de varım” diye meydan okuyarak kendine yer açmaya çalışır.
Kimi muvaffak olur kimi olamaz. Bunların arasında elbette şövalye ruhlu ve mevcut kabadayının zulümlerine isyan eden hakikatbin adamlar vardır; inkar edemem. Fakat ekserisi “şimdiye kadar hep sen yedin biraz da ben yiyeyim” diyenlerdir.
Hamamın namusunu çoğu zaman tellak dahi dert etmez. Gerçekten ciğeri yananları ve kendince tasa çekenleri bu bahiste tenzih ederim. Fakat benim gördüğüm, derin köksüzlüğün “Derinkök”lere zemin hazırladığı acı gerçeğidir. Hissesi olan alınsın, böyle olmadığını düşünen hiç incinmesin bu sözlerden. Vesselam.
Devamını Oku
13 Kasım 2025 Perşembe - 13:05
Devamını Oku
20 Ekim 2025 Pazartesi - 09:30
Devamını Oku
12 Ekim 2025 Pazar - 14:06