Geopolitical Futures: Avrupa 80 yıldır kaçtığı gerçeklerle yüzleşebilecek mi?
ABD'nin yeni güvenlik stratejisi gösteriyor ki, Soğuk Savaş dönemi aslında Ukrayna'da sona erdi. Peki Avrupa, 80 yıldır kaçtığı gerçeklerle yüzleşebilecek mi?
Son Güncelleme: 18.12.2025 - 00:24
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından Geopolitical Futures'da, Trump yönetimi tarafından yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin Avrupa için anlamının ve Ukrayna savaşının ABD-Avrupa ilişkilerine etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Avrupa'nın 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan jeopolitik sistemin kalıcı olacağına dair bir yanılgı ile 80 yıldır yaşadığı tespiti yapılan analizde, Soğuk Savaş döneminin aslında Ukrayna'da sona erdiği ve Avrupa'nın artık yeni gerçeklerle yüzleşmesi gerektiği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; ABD'nin küresel güvenlik stratejilerinin değişme nedenlerine ve Avrupa'nın bundan sonra atacağı olası adımlara dair değerlendirmelere yer verildi.
İşte Geopolitical Futures'da yayınlanan analiz:
2025 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yayınlanması, ABD Başkanı Donald Trump göreve gelmeden önce de var olan temel bir gerilimi gündeme getirdi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan jeopolitik sistemin kalıcı olacağına dair ABD ve Avrupa arasındaki mutabakat artık devam etmeyebilir.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, esasen bu jeopolitik ilişkinin artık geçerliliğini yitirdiğini ve bunun sonucunda ABD'nin Avrupa'ya ihanet ettiği izlenimini yarattı.
ABD'nin garantileri, İkinci Dünya Savaşı'nın doğrudan bir yan ürünüdür. 1945'ten sonra Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'yı işgal etti ve bu bölgede komünist rejimler kurdu. ABD ve İngiliz müttefikleri ise Batı Avrupa'yı işgal etti ve çeşitli demokratik sistemler kurdu. Bu bölünme, Batı Avrupa'yı Sovyetlerin askeri harekatlarına karşı son derece savunmasız hale getirdi.
ABD, Sovyetlerin Batı Avrupa'yı kontrol altına almasını istemiyordu. Ancak ABD'nin ulusal güvenliğinin temeli Atlantik ve Pasifik okyanuslarının kontrolü üzerine kuruluydu.
ABD'nin Batı Yarımküre'de askeri tehditleri yoktu ve tek tehdit dünyanın öbür ucunda görünüyordu. Bunu daha iyi anlamak içi ABD'nin, Alman denizaltıları Lusitania'yı batırıncaya kadar I. Dünya Savaşı'na girmediğini hatırlatmakta fayda var.
İkinci Dünya Savaşı, bazı yönlerden Birinci Dünya Savaşı'nın devamı niteliğindeydi ve aynı ikilemi ortaya çıkardı.
Almanya Birleşik Krallık'ı yenerse, Alman donanması Atlantik'i rehin alabilirdi. Hatta Atlantik'i kullanarak ABD anakarasını işgal edebilirdi.
Lend-Lease Yasası da bu ikilem üzerine hayata geçirilmişti.
Anlaşma, ABD'nin savaşa girmeyeceğini, ancak Birleşik Krallık'ın Almanya'yı yenip deniz hakimiyetini sürdürebilmesi için silahlanmasına yardım edeceğini öngörüyordu.
Lend-Lease Yasası'nın en önemli özelliği ise gizli bir garanti içermesiydi. İngilizler yenilgiye uğrayacak gibi görünürse, donanmaları Almanların eline geçmeyecek, Kanada'ya yelken açarak ABD'yi koruyacaktı.
Ardından Pearl Harbor saldırısı gerçekleşti. Japonya, Pasifik Okyanusu'nun kontrolünü ele geçirmeye hazır görünüyordu ve bir gün sonra Berlin, ABD'ye savaş ilan etti.
Bu, ABD'nin iki okyanusta savaşla karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu ve okyanusların ABD'yi saldırılardan koruduğu fikrini ortadan kaldırıyordu. Deniz hakimiyeti artık mesafenin pasif bir gerçeği değil, stratejik bir çıkar meselesi haline gelmişti.
Böylece, ABD'nin bakış açısından Soğuk Savaş'ın stratejik temeli oluşturulmuş oldu. Atlantik ve Pasifik'te eşzamanlı olarak tehditlerle karşı karşıya kalan ve savaşa karışmaktan kaçınmaya çalışan ABD, her iki okyanusu da kontrol edebilecek bir askeri gücü sürekli olarak muhafaza etmesi gerektiğini fark etti.
Bu ilke ve bu gelişmeler, ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı muhalefetini de şekillendirdi.
Moskova Batı Avrupa'yı işgal ederse, Atlantik'teki Batı Avrupa limanlarını ele geçirecekti ve Sovyetler uygun bir deniz gücü geliştirirse, ABD başka bir varoluşsal tehditle karşı karşıya kalacaktı.
Dolayısıyla Sovyetlerin Batı Avrupa'yı ele geçirmesini önlemek, temel bir stratejik zorunluluk olarak tanımlandı ve bu şekilde, Washington'un Avrupa'ya olan bağlılığı da ahlaki, ideolojik ve stratejik bir proje haline geldi.
Zira ABD için; Avrupa'nın güvenliğini sağlamak, Atlantik'in hakimiyeti için potansiyel bir deniz savaşına girmekten çok daha kolaydı. Bu nedenle Washington, NATO ve diğer kolektif kurumların kavramlarını desteklemek üzerine bir politikayı benimsedi ve günümüze kadar bu politikasını devam ettirdi.
Bu gerçeklik, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra da geçerliliğini korudu.
Gelinen noktada ise Rusya, Ukrayna'nın tamamını işgal etmeyi amaçladı, ancak bunu tam olarak başaramadı ve sadece doğudaki bazı bölgeleri ele geçirebildi.
ABD'nin bakış açısına göre, savaş Rusya'nın askeri açıdan yetersiz olduğunu gösterdi. Ve eğer Rus ordusu yetersiz ise, ABD'nin Avrupa'ya verdiği güvenlik garantilerine dair zorunluluk da ortadan kalktı.
Basitçe söylemek gerekirse, Soğuk Savaş aslında Ukrayna'da gerçekten sona erdi.
Sorun şu ki, Avrupa diye bir ülke yok. Avrupa Birliği 27 devletten oluşuyor. Bu ülkeler farklı diller konuşuyor, farklı kültürlere sahip ve birbirlerine karşı eski bir güvensizlik besliyorlar.
Diğer bir ifade ile Avrupa kıtası, çeşitli ekonomik ve askeri güçlerden oluşan eski ve düşmanca bir jeopolitik sistemin parçası olan, bir zamanlar düşman olmuş ve gelecekte de düşman olabilecek ülkelerden oluşuyor.
Bu şartlar altında Avrupa, bütünün adına konuşan ve diğer uluslar adına eylemlerini yöneten merkezi bir hükümetin komutası altında olacak bir ordu kurmaktan aciz ve uzak görünüyor.
Bu, Avrupa krizinin temelidir. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa'yı savunmak konusunda onyıllardır kararlı bir politika izlerken, Avrupa iki temel gerçeği görmezden geldi.
Birincisi, jeopolitik gerçekler değiştikçe Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin de değişmesi, ikincisi ise, Avrupa ülkelerinin bu garantinin sonsuza kadar süreceğini varsayarak kendi güvenliklerine yatırım yapmak konusunda isteksiz davranması.
Şu anda, Avrupa'nın bir bütün olarak ne olacağına karar vermesi gereken bir noktaya geldi.
Kıta, savunmasız ve istikrarsız bir jeopolitik bölge olması durumunda, artık Avrupalı olmanın anlamsız bir ifade olduğu da kabul edilmelidir.
Gelinen nokta, aslında İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda yapılan bir seçimdi ve o zamandan beri Avrupa'nın birgün bu noktaya gelebileceği perde arkasında biliniyordu.
Artık ABD'nin çıkarları değiştiğine göre, Avrupa son 80 yıldır kaçınmaya çalıştığı bu büyük krizle karşı karşıya.
İki Avrupa kıtası savaşında savaşmış ve Soğuk Savaş'ta nöbet tutmuş olan Amerika Birleşik Devletleri için Avrupa'dan çekilme zamanı gelmiş görönüyor ve Avrupa artık gerçeğiyle yüzleşmek zorunda.
Kaynak:
Geopolitical FuturesGDH Digital NSosyal hesabını takip edebilirsiniz.
İLGİLİ HABERLER
The Hill: Asya'daki “güç oyunu” nasıl şekillenecek?
The Economist: Liberal uluslararası düzen parçalanıyor mu?
Batı'nın güvenlik garantileri Ukrayna için yeterli mi?
Putin Batı'ya seslendi: "Verdiğiniz sözleri tutun"
Gzero Media: ABD neden Avrupa için güvenilmez bir müttefik haline geldi?
Moskova'da Rusya - İran zirvesi: Nükleer program ve Filistin masada
DİĞER HABERLER
Gzero Media: ABD neden Avrupa için güvenilmez bir müttefik haline geldi?
Middle East Eye: İsrail ve BAE'nin bölgede yarattığı kaos engellenebilecek mi?
National Security Journal: ABD'nin Suriye'deki varlığını bitirme zamanı geldi
The Hill: Kritik mineral savaşında Çin-ABD rekabeti tırmanıyor
National Security Journal: Gazze'yi Barış Anlaşması'nın ikinci aşamasında neler bekliyor?
VOX: Gölge filo stratejileri ve ABD'nin Venezuela hamlesi
Arab News: Türkiye Suriye'de ne planlıyor?
The New Arab: İsrail bir sonraki savaşına hazırlanıyor
Real Clear World: Rusya Avrupa'ya karşı “gri bölge stratejisini” nasıl işletiyor?
The Center for European Policy Analysis: Derinleşen Çin-Rusya ekseni Batı için büyük tehlike


