Observer Research Foundation: İsrail bir iç savaşa doğru mu sürükleniyor?

Savaşın etkileri, Netanyahu tarafından hukukun devre dışı bırakılması, rehine krizi ve ekonomik durgunluk. İsrail bir iç savaşa doğru mu sürükleniyor?

Son Güncelleme: 31.03.2025 - 20:29

Observer Research Foundation: İsrail bir iç savaşa doğru mu sürükleniyor?

Hindistan merkezli düşünce kuruluşlarından Observer Research Foundation'da, İsrail'in iç dinamiklerinin ve olası bir iç savaş ihtimalinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

İsrail'in tarihi olarak iç dinamikleri konusunda her zaman büyük bir rekabete sahne olduğuna örneklerle dikkat çekilen analizde, CIA raporlarına da atıfta bulunularak ülkenin bugün içerisinde bulunduğu riske dair değerlendirmeler yapıldı.

Analizde ayrıca; Netanyahu hükümetinin iktidarını korumak için attığı adımlar nedeniyle, İsrail'in artık hiç olmadığı kadar bir iç savaş riski ile karşı karşıya olduğu tespiti yapıldı.

İşte Observer Research Foundation'da yayınlanan analiz:

Son dönemde “İç savaş” kelimesi İsrailli politikacılar tarafından en çok kullanılan kelimeler arasında yer almaya başladı.

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un sadece bir uyarısı olarak başlayan bu söylem artık İsrail'in ana akım siyasi toplumunun büyük bir kısmı için kabul edilen bir olasılık.

Eski Başbakan Ehud Olmert geçen hafta The New York Times'a verdiği bir röportajda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun “hayatta kalmak için her şeyi feda etmeye hazır olduğunu ve bir iç savaşa insanların sandığından daha yakın olduğumuzu” söyledi.

Korkulan iç savaşın İsrail'deki siyasi kutuplaşmayı yansıttığı varsayılıyor ve İsrail halkı; savaş, hükümetin rolü, yargı bağımsızlığı, bütçe tahsisleri ve diğer konularda adeta ortadan ikiye bölünmüş durumda.

Uluslar siyasi çizgiler doğrultusunda bölünebilir, ancak kitlesel protestolar ve güvenlik güçlerinin baskıları bir iç savaşın yakın olduğunu göstermez.

Ancak İsrail örneğinde, iç savaşa yapılan atıflar tarihsel bağlamından ve sosyal-etnik yapısından kaynaklanıyor.

Tarihe baktığımızda da benzer süreçleri görebiliyoruz. Önemli ancak büyük ölçüde gizlenen bir CIA raporu benzer bir görüşü yansıtıyordu ve rapor, 1982 yılında hazırlanmış ancak 2007 yılında yayınlanabilmişti.

Rapor, Menachem Begin liderliğindeki Likud Partisi'nin Knesset'te 48, Şimon Peres liderliğindeki İşçi Partisi'nin ise 47 sandalye kazandığı 1981 seçimlerini takip ediyordu.

Aşkenaz (Avrupalı) Yahudiler on yıllar boyunca İsrail'de iktidarın tüm yönlerine hakim oldular. Bu hakimiyet aslında Batılı bir ideolojiyi İsrail'e dikte etti ve devletin tüm unsurları büyük ölçüde Batı Avrupalı Yahudi sınıflarından oluştu.

Orta Doğu Arap kökenli Sefarad ve Mizrahi Yahudileri İsrail'e çoğunlukla tarihi Filistin'in yıkıntıları üzerinde kurulduktan sonra geldiler. O zamana kadar Aşkenazim, ülkenin siyasi ve ekonomik kurumlarını kontrol ederek, baskın dilleri konuşarak ve önemli kararları alarak çoktan hakimiyet kurmuştu.

Begin'in 1977 ve 1981'deki seçim zaferleri Aşkenaz hakimiyetine karşı çetin bir mücadelenin ardından geldi.

Çeşitli sağcı grupların koalisyonu olan Likud, bu zaferlerin ilkinden dört yıl önce kurulmuştu. Likud, uç ideolojik ve etnik grupların şikayetlerine hitap ederek ve bunları manipüle ederek Aşkenazilerin hakim olduğu İşçi Partisi'ni iktidardan uzaklaştırmayı başardı.

1981 seçimleri İşçi Partisi'nin iktidarı ve dolayısıyla sınıf egemenliğini yeniden kazanmak için umutsuz bir girişimini temsil ediyordu. Bununla birlikte, neredeyse mükemmel ideolojik bölünme, İsrail siyasetinin etnik düzenler tarafından domine edildiği, gelecek birçok seçim boyunca İsrail'i yönetecek yeni kuralı vurgulamaktan başka bir işe yaramadı.

Örneğin, 1982 Lübnan savaşı, en azından bir süreliğine, değişen toplumsal dinamiklerinin dikkatini dağıtmaya yardımcı oldu.

Netanyahu'nun 1996'daki koalisyonu ile birlikte ise bu Aşkenaz hakimiyeti büyük ölçüde zayıfladı ve İsrail'de o tarihten itibarem aşırı sağ olarak adlandırılan kesim daha etkin olmaya başladı. Nitekim gelinen noktada da İsrail tarihinin en şırılıkçı iktidarı görevde ve ülkeyi savaşa sürükledi.

Yani İsrail içerisindeki iç savaş aslında tarihsel olarak gelişen bir dinamik ve bu savaş aslında, İsrail'in Gazze'deki soykırımından önce başladı.

Büyük ölçüde Netanyahu'nun Yüksek Mahkeme'ye isyan etmesi ve Mart 2023'te dönemin Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı görevden alma girişimiyle başladı. Bunu takip eden kitlesel protestolar büyüyen uçurumun altını çizdi. Gazze savaşı bu ayrılıkları daha da derinleştirdi.

Ancak Netanyahu ve müttefikleri tüm suçu üstlerinden atarak 7 Ekim olaylarını ve ardından gelen başarısız savaşı siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak kullandılar.

Gelinen noktada; Aşkenazlar siyasi güçlerinin çoğunu kaybediyor olsalar da ekonomik kartların çoğunu ellerinde tutmaya devam ediyorlar ve bu da yıkıcı grevlere ve sivil itaatsizliğe yol açabilir.

Netanyahu ve destekçileri için bir uzlaşma mümkün değil çünkü bu, sadece 1980'lerin başında başlayan dengeleme hareketinin geri dönüşüne işaret eder.

Aşkenaz güç tabanı için ise teslimiyet, İsrail'in David Ben-Gurion, Chaim Weizmann ve diğerlerinin sonu, yani Siyonizm'in sonu anlamına gelecektir.

Görünürde olası bir uzlaşma yok ve İsrail'de iç savaş, artık hiç olmadığı kadar gerçek bir olasılık haline geliyor.

Kaynak:

GDH Haber

etiketler
İsrail
ABD
Ortadoğu
Netanyahu
Gazze
İşgal
Soykırım
Loading Spinner