Responsible Statecraft: İsrail'in “Çevre Doktrini” ve artan Türkiye rahatsızlığı
Türkiye'nin Suriye'deki zaferi ve artan bölgesel gücü, ülkeyi İsrail'in odağı haline getirdi. İsrail, Türkiye'nin bölgede büyük bir güç olarak ortaya çıkması karşısında hedeflerine ulaşmakta zorlanabilir.
Son Güncelleme: 16.07.2025 - 01:01
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından Responsible Statecraft'da İsrail'in Çevre Doktrini kapsamında bundan sonraki planlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'nin Suriye'deki zaferi ve artan bölgesel gücünün, İsrail'i rahatsız ettği ve ülkeyi İsrail'in odağı haline getirdiği belirtilen analizde, İsrail'in Türkiye'nin bölgede büyük bir güç olarak ortaya çıkması karşısında hedeflerine ulaşmakta zorlanabileceği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca, İsrail'in sözde “Çevre Doktrini” kapsamında attığı ve atabileceği adımlara dair değerlendirmelerde bulunuldu.
İşte Responsible Statecraft'da yayınlanan analiz:
Güç dağılımı değişirken, İran'ın göreceli larak gücü azalırken ve bölgede İsrail ve Türkiye öne çıkan güçler haline gelirken, Tel Aviv ve Ankara arasında yoğunlaşan rekabetin nasıl şekilleneceği sorusu da gündeme gelmeye başladı.
Ancak mesele, rekabeti hangi yolla yapacakları. Çatışma yoluyla mı yoksa barışçıl yöntemlerle mi?
Tarihe baktığımızda, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra da benzer bir durum ortaya çıktı ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü küresel güç dağılımını dramatik bir şekilde değiştirdi.
Saddam Hüseyin'in Irak'ının Körfez Savaşı'nda yenilgisi, bölgesel jeopolitik dengeleri yeniden şekillendirdi. İran ve İsrail'in, Irak'ın bölünmesi ile aralarında etkili bir tampon bölge olmaksızın iki ana güç olarak ortaya çıkmasıyla, yeni bir iki kutuplu bölgesel yapı şekillendi.
İsrailliler bu duruma ilk tepki verenler oldu ve önceki on yıllarda izledikleri stratejiyi tersine çevirmeye çalıştı.
İsrail bu noktada Çevre Doktrini dediği bir strateji ile hareket etmeye başladı ve bu doktrine göre İsrail, çevresindeki Arap güçlerini (sırasıyla Irak, Suriye ve Mısır) dengelemek için çevresindeki Arap olmayan devletlerle (İran, Türkiye ve Etiyopya) ittifaklar kuracaktı.
Ancak 1991'den sonra İsrail'e geleneksel askeri tehdit oluşturabilecek hiçbir Arap devleti kalmadı.
Sonuç olarak İsrail'in odak noktası İran'a kaydı. İsrailli karar vericiler, İsrail'e yönelik “ tehdidin” artık Arap komşuları değil, Pers Çevresi olduğuna karar verdiler.
İşte bu noktada gerçek İsrail-İran rekabeti başladı ve Tel Aviv, İran'ı izole etmek için İsrail-Amerika stratejisinin en zayıf halkası olarak gördüğü Oslo sürecini hedef alarak yanıt verdi. Barış süreci sabote edilirse, ABD ve İsrail'in diğer hedeflerinin hiçbiri gerçekleştirilemezdi.
İşte bu stratejik rekabetin mantığı, son otuz yıldır her iki devleti de yönlendirdi.
İsrail, İran'ı izole etmek ve yaptırım uygulamak, ABD-İran diplomasisini engellemek, olası bir ABD-İran anlaşmasını bozmak ve ABD'yi İran'la savaşa sokmak için çaba gösterirken, İran ise her cephede İsrail'e meydan okudu, İsrail karşıtı grupları silahlandırıp eğitti ve İsrail'in İran'a dayattığı izolasyonun altından kalkmak için ABD ile bir anlaşma yapmaya çalıştı.
Bur süreçte İsrail birkaç önemli zafer elde etti. İran'ın Direniş Ekseni büyük ölçüde yıprattı ve İran üzerinde sürekli hava üstünlüğü kurmanın eşiğine geldi. Artık İsrail saldırı konumunda, İran ise savunma konumunda.
Bu rekabet henüz sona ermiş olmasa da ve İsrail açık bir galip olmasa da, İsrail Orta Doğu'da askeri hegemonyasını sağlamak için “boyun eğdirilmesi gereken” bir sonraki ülkeye, yani Türkiye'ye göz dikmiş durumda.
Zira İsrail'in Çevre Doktrini, denge yoluyla değil, hakimiyet yoluyla güvenlik sağlamak üzerine kurgulandı.
Görünen o ki; Türkiye'nin Suriye'deki zaferi, onu İsrail'in odağına daha da yaklaştırdı. Ancak Türkiye İran'dan çok farklı.
Türkiye NATO ve G20 üyesi. Ayrıca Türkiye'nin ekonomisi yaptırımlara maruz bırakarak kolayca yıpratmak olası görünmüyor.
Türkiye'nin elbette “Kürt ayrılıkçı hareketi” de dahil olmak üzere birkaç zayıf noktası var.
Ancak İsrail, güvenliğinin ancak kendisine tehdit oluşturabilecek tüm bölge ülkelerini, askeri olarak hakimiyeti altına alarak sağlanabileceğine inandığı sürece ve Türkiye'nin bölgede büyük bir güç olarak ortaya çıkması karşısında hedeflerine ulaşmakta zorlanabilir.
Zira jeopolitik güçler ortadan kaldırılamaz. En iyi ihtimalle sadece kontrol altına alınabilir.
Kaynak:
Responsible StatecraftİLGİLİ HABERLER
The New Arab: İsrail-Suriye ilişkileri nereye evrilecek?
The New Arab: İsrail'in Gazze'deki tehcir ve kabus senaryosu
The New Arab: ABD'nin Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırması neleri değiştirecek?
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Somali Başbakanı Barre: "Trump'a yanıt vermeye bile gerek yok"
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
DİĞER HABERLER
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Real Clear World: Trump'ın saldırgan yeni Batı Yarımküre doktrini
Gulf State Analytics: İsrail'in Suriye'deki asıl hedefi ne?
The New Arab: İsrail'in “zorla nakil” stratejisinin arka planı
Politico: Avrupa'nın zayıflık psikolojisi tırmanıyor
The National Interest: Japonya, 3. Dünya Savaşı'nın fitilini mi ateşledi?
Carnegie Endowment: Türkiye Ukrayna barış sürecinde kilit aktör olabilir.
The Telegraph: Avrupa varoluşsal krizini aşabilecek mi?
UnHerd: İsrail'in saldırganlığı üçüncü bir dünya düzenini mi başlatacak?


